Bumerang

29 Aralık 2012 Cumartesi

Muradiye Külliyesi-BURSA

Bursa'ya her gidişimde mutlaka farklı bir yerini gezmeye çalışıyorum. Bu defa da  metrodan Kültürpark durağında indim ve parkın içini gezmeye başladım. Bursa Kültürpark çok güzel ve büyük bir park. İçinde Arkeoloji Müzesi'de var. Ancak müzede çalışmalar olduğu için kapalıymış ve ben gezemedim. Dolayısıyla parkı gezmeye başladım. Çıkış kapısına geldiğim zaman  Uludağ'a giden caddeye çıktığımı gördüm ve başladım gezebileceğim tarihi eser aramaya.Karşıma Muradiye Külliye'sini gösteren tabela çıkınca da başladım yürümeye. Epey yol yürüdüm, yokuş çıktım ama değdi doğrusu. Külliye'nin olduğu yer bir mahalle gibi.
     Külliye ,Bursa'da Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan son külliye.Sultan II:Murad tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılmış ve içinde bulunduğu semte adını vermiş.Cami,medrese, darüşşifa,hamam ve türbeden oluşan külliye daha sonraki dönemlerde şehzadelerin de buraya defnedilmesiyle türbelerle dolmuş.

II.Murad Camii:
     1425-1426 yıllarında yaptırılan cami ana eksen üzerindeki kubbeli iki bölümle yanlarda eyvanlardan oluşmakta.Gerek dış, gerek iç süslemeler bakımından çok zengin.Dış süslemede renkli taşlar ve yer yer de sırlı taşlar bulunmakta.İç süslemelerde ise tek renkli çiniler ve kenarlarda çini bordürler bulunmakta.Kabartma tekniğinde işlenmiş yaprak ve çiçek motifleri içeren, geometrik süslerinde bulunduğu ahşap giriş kapısı  da dikkati çekiyor.



II.Murad Türbesi:Türbe  külliyenin merkezinde caminin güney batısında bulunmakta.Ahşap saçağı son derece mükemmel yapılmış.12 köşe yıldızların etrafında  yaldızlı çiviler, geometrik süslemeler var.
II.Murad Bursa'da gömülen son Osmanlı Padişahıdır.1451'de Edirne'de hayatını kaybeden II.Murad 1443'te kaybettiği büyük oğlu  Alaeddin'in yanına gömülmek istediği için cenazesi Bursa'ya getirilmiş ve küçük oğlu  Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan bu türbeye gömülmüş.Bu türbe ölmeden önce 1437'de kendisi tarafından yaptırılmış. Gösterişten uzak sade bir vatandaşın mezarı gibi. Üstten yağmur suyunun girmesi için tepeden açıklık bırakılmış.
II.Murad Medresesi:
     Günümüzde 1950'den bu yana Verem Savaş Dispanseri olarak kullanılmakta.Bursa'nın en güzel medresesi olan yapı  geleneksel Anadolu üslubuna göre bir avlu içinde düzenlenmiş.Duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülmüş,  dersanenin duvarları ise lacivert ve firuze çinilerle süslenmiş.

II.Murad Hamamı:
     1426 yılında külliyedeki talebelerin yıkanması  için yaptırılan hamam bugün külliyenin dışında kalmış.Uzun yıllar harap durumda kalan hamam  kamulaştırılarak özürlülere yönelik merkez olarak yeniden düzenlenmiş.

Muradiye Türbeleri:
     Muradiye Külliyesi içinde 12 türbe bulunmakta.
Fatih Sultan Mehmed'in annesi Hüma Hatun ( Hatuniye) Türbesi,
II.Murad'ın oğlu Şehzade Alaeddin Türbesi,
Şehzade Ahmed Türbesi,
Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Mustafa (Cem Sultan ) Türbesi,
Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu  Şehzade Mustafa Türbesi,
Sultan II. Bayezit'in eşi Şirin Hatun Türbesi,
II.Bayezit'in diğer eşi  Gülruh Hatun Türbesi,
Fatih Sultan Mehmed'in ebesi  Ebe Hatun (Gülbahar Hatun) Türbesi,
II. Bayezid'in oğlu Şehzade Mahmud Türbesi,
II. Bayezid'in gelini Mükrime Hatun Türbesi,
Fatih Sultan Mehmed'in eşlerinden Gülşah Hatun Türbesi ile
Cariyelerin gömülü olduğu Cariyeler/ Saraylılar Türbesi bulunmaktadır.

                                      Külliyenin bahçesinde bulunan yaklaşık 600 yıllık çınar ağacı.

Şehzade Mustafa Türbesi:
     Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu olan, üvey annesi Hürrem Sultan tarafından padişah olmaması için boğdurulan Şehzade Mustafa'nın gömülü olduğu türbe lale,karanfil desenleriyle süslü İznik çinileriyle kaplanmış.Çinilerin üzerinde kalan bölümler ,kubbe ve mihrap da zengin kalem işleri ile süslenmiş.Bu türbede şehzade Mustafa'dan başka Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Orhan, Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi ve Şehzade Mustafa'nın annesi Mahidevran Hatun ve kime ait olduğu bilinmeyen bir çocuk mezarı bulunmakta.


 Bugünlükte benden bu kadar. Bursa'ya giderseniz buraları da  görün derim. Yeni yazılarımda  görüşmek üzere....

9 Aralık 2012 Pazar

Anadolu Hisarı ve Küçüksu Kasrı'na gezinti.


Kızımın sınavları nedeniyle gittiğim İstanbul'da artık evde oturmaktan sıkıldığımız ve kızımın vizeleri de bittiği için Nazilli'ye dönmeden önce  biraz gezelim dedik ve nereye gidelim diye düşünmeye başladık. Hava buz gibi.Kalın giyindik ve attık kendimizi Kanlıca'ya. Burada oturup birer yoğurt yedik, çayımızı içtik.


     Sahilde o soğuğa rağmen biraz gezdik ve dolmuşa binerek geldik Anadolu Hisarı'na.Tabi  fotoğraf makinesi elimde ben sürekli fotoğraf çekmece. Nasıl olsa güzellerini ayırır, diğerlerini silerim. Şimdi önce size Anadolu Hisarı hakkında bilgi vermek istiyorum:Hisar Göksu deresinin yanında bana göre tarihini yansıtarak duruyor.
     Anadolu Hisarı 1395 yılında Yıldırım Bayezit tarafından İstanbul Boğazı'nın en dar yerinde yaptırılmış surlardır. İstanbul Boğazı'nı ele geçirmek ve Rumeli yakınlarında yapılabilecek bir savaşta orduyu karşı kıyıya güvenli bir şekilde geçirmek için yapılmıştır.Dış tarafındaki kale sur durumundadır. Doğu-Batı çapı 65 m.  Kuzey-Güney çapı 80 m. surların kalınlığı 2-5 m. arasındadır.





                                                                       Göksu Deresi.
.     Anadolu Hisarının Osmanlı tarihinde önemli bir yeri var. Yıldırım Bayezid Han, Ankara Savaşında mağlup olunca oğlu Süleyman Çelebi bir süre burada saklanmış. Sultan İkinci Murad Han devrinde, Haçlı ve Macar ordusunu durdurmak üzere yola çıkan ordunun Rumeli’ye geçmesinde bu hisardan faydalanılmış. Sultan İkinci Murad Han Yalova yoluyla buraya gelmiş, Çandarlı Halil Paşa da, karşı kıyıdan top ateşiyle padişahı korumuş, Papalık ve Venedik donanmasına rağmen rahatlıkla karşı kıyıya geçilmiş. İstanbul’un fethinden önce Rumeli Hisarı inşa edilmeden bu kale tahkim edilmiş, böylece iki hisar ile boğaz kontrol altında bulundurulmuş. 1452’de Sultan İkinci Mehmed tarafından yapılan değişiklikler, Anadolu Hisarının dayanıklılığını  inanılmaz şekilde arttırmış. Böylece daha önceleri savunma  amacıyla  yapılan kale, boğazın transit geçişini engellediği gibi, taarruz vasıtası haline de gelmiş. Kalede, hepsi Kocaeli sancağından olmak üzere 200 asker varmış. Barut depoları, deniz kenarında bulunurmuş.
     
İstanbul’un fethinden sonra şehre, Karadeniz’den gelecek saldırıları karşılamak üzere kullanılmış. Karadeniz’in tamamen Osmanlı Devletinin hakimiyetine geçmesinden sonra (16. yy.) önemini kaybetmiş. Ancak 17.ve 18. yy.da Rus Kazakları'nın Boğaz’a kadar uzayan akınlarının karşılanmasında Anadolu Hisarı'ndan faydalanılmış. Daha sonra önemini iyice kaybetmiş, duvarına dayanmış ahşap evler ile hisar romantik bir hal almış.
     Buradan ayrıldıktan sonra  deniz kenarında yürüyerek Küçüksu Kasrı'na geldik.Deniz tarafında olmayan yönü çok gösterişli değil. Ama yanlara ve ön tarafa geçtiğimizde muhteşem bir yapıyla karşılaştık.Taş oymacılığı akla hayale zarar bir görünümde.Birkaç defa etrafını gezdik ve ben yine fotoğraf makinem  en güzel görüntüyü yakalayabilmek için sürekli fotoğraflar çektim. Daha sonra bizi içeriye aldılar ve bir rehber eşliğinde gezdik. Bilgiler aldık. Maalesef içeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için size gösteremiyorum.Şimdi de size aldığım bilgileri aktarayım:
     Osmanlılar döneminde padişahın has bahçelerinden biri olarak kullanılan yan tarafında Göksu deresinin aktığı Küçüksu 'da  Sultan I. Mahmud döneminde  (1730-1754)  padişah için bu hasbahçenin deniz kıyısında  iki katlı ahşap bir saray yaptırmış. Bu yapı III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde de kullanılmış.
Sultan Abdülmecid  (1839-1861) batılı mimari yapılardan etkilenerek   Dolmabahçe ve Ihlamur Kasrı'nda uygulattığı yenilikleri burada da kullanarak ahşap binayı yıktırmış,yerine bugünkü kasrı yaptırmış.
3 katlı olan yapının  bodrum katı hizmetçiler ve mutfak için ayrılmış. Mükemmel bir iç yapısı ve süslemeleri var. Ben içeride kullanılan sanata hayran kaldım. Cumhuriyet döneminde devlet konuk evi olarak kullanılmış. Bir odası Atatürk tarafından da kullanılmış.
 Benden bu kadar. Burada ne kadar anlatsam iç yapıyı size  gösteremem. İstanbul'a yolu düşen olursa  gidip görmenizi öneririm.  Şimdi sadece dış yapıyı size gösterebiliyorum.







10 Ekim 2012 Çarşamba

Konya'da geziyorum: 2. bölüm (Alaeddin Camisi)

   

     Konya'da Mevlana'yı ziyaret ettikten sonra acıkan karnımızı doyurup tekrar düştük yollara. Böyle gezmelerde arabaya binmeyi sevmiyorum. Varacağınız yere kadar olan güzellikleri görmüyorsunuz. Bu nedenle Mevlana'nın önünden çıktık yola, geze geze (çok uzak bir yer değil) Alaettin Tepesi'ne vardık. Çok güzel ağaçlandırılmış, şelale şeklinde akan bir su olan yer. Tepeye çıkınca Camiye vardık. Cami şu anda bomboş.Restorasyon çalışmaları var. Kapının önündeki levhadan cami ile ilgili bilgileri okuduk.İçeri girince bir gruba rehberleri bilgi veriyordu, biz de dinlemiş olduk.
     Cami Selçuklular zamanında I. Mesud zamanında küçük bir cami olarak yapılmaya başlanmış.Daha sonra Sultan I. İzzettin Keykavus'un son yılında genişletilmek için tamamen yıkılmış,yeniden yapılmaya başlanmış ama ölümü üzerine kardeşi Alaeddin Keykubat (1219-1236) zamanında tamamlanmış.
     Alaeddin cami,II. Abdülhamid tarafından yaptırılan tamir ve bazı değişikliklerden sonra, 1914-1918,
1920-1923 ve 1940-1945 savaş yıllarında askeri işlere tahsis edilerek kapatılmış.1958'den itibaren duvarlarında tehlikeli çatlakların belirmesi üzerine tekrar kapatılarak tamirine başlanmış ve tamirat halen devam etmekte.
     Alaeddin Camii, tek dönemde yapılan bir cami olmadığı için değişik malzemeler kullanılmış.İnşasında daha önceki devirlere ait işlenmiş bolca parça kullanılmış.Bunların bazıları üzerleri yazılı İlkçağ kitabeleri.Caminin içindeki sütunlar ve başlıkları da hep devşirme olduğu için değişik görünümde.


   



Dış cephede kapı üzerlerinde çok güzel taş işçilikleri görülmekte.




Maksure kubbesinde ve mihrapta kalan parçalardan bu camide  çini süsleme bulunduğu anlaşılmakta.Maksure kubbesinin geçiş üçgenleri mozaik çinilerle kaplı ve bunlarda rozetler ve örgü motifleri görülmekte.


   

Dinlediğimiz rehberin söylediğine göre bu cami aynı anda 5000 kişinin namaz kılabildiği en büyük camiymiş.
Caminin içinde Türk sanatının çok değerli bir eseri olan ceviz ağacından bir minber var.

   
Alaeddin camisi'nin avlusunda 2 tane Selçuklu türbesi  var.Bu türbelerden birisinin  tam olmasına karşılık diğeri kubbe ve külah eteğine kadar  bulunuyor.Söylendiğine göre bu türbenin inşasına başlamış ama bilinmeyen bir nedenden dolayı inşaat durmuş ve öylece kalmış.Bu türbe  görünüşe göre muhteşem bir mimariye sahip.Çok muntazam bir işçilikle kesme taşlardan yapılmış olan türbe 12 köşeli.İçinde ve kapı üzerinde muhteşem taş oymacılığı örnekleri var.


   
Anadolu'da Türk medeniyetinin yayılmasında büyük hizmeti geçen Selçuklu Sultanlığı'nın  bütün tarihinin merkezi olan Alaeddin Camii kitabeleri,süslemesi ve türbeleri ile değerli bir topluluk oluşturmakta.
   
Caminin avlusunun dışında  üzeri 3 ayaklı bir yapıyla korunma altına alınmış ve restorasyon çalışmaları yapılmakta olan Alaeddin'e ait sarayın bir parça kalıntısı bulunmakta.

   
Konya'ya gezmeye giderseniz bu camiyi görmeden sakın gelmeyin.

     Buraları da gezdikten sonra  başladık tekrar yürümeye.Kültürparkın içinden geçtik. Çok güzel düzenlenmiş bir park. Yeşil alanları çok fazla. Büyük ağaçların altındaki yeşilliklere insanlar oturmuşlar,keyif yapıyorlar. Bizim oturup keyf yapacak kadar zamanımız olmadığı için  yürüyerek parkı gezdik.Çok büyük ve fıskiyelerle suların dans ettiği görsel bir şölen halinde olan havuzunun etrafında gezdik.


Daha sonra buradan da çıkarak Konya turumuzu tamamladık. Aslında Konya 2 günde gezilecek bir yer değil elbette ama bizim zamanımız bu kadardı ve ben de size gezebildiğim kadar Konya'yı tanıtmaya çalıştım. Artık sizler konya'ya gittiğinizde daha uzun gezer, bizim gezip tanıtamadığımız yerleri sizler bizlere tanıtırsınız.

5 Ekim 2012 Cuma

Konya'da bir gezinti

     
     Kuzenimizin düğünü nedeniyle 2 günlüğüne gittiğimiz Konya'da ne kadar gezilebilirse o kadar gezdik, ne ne yenebilirse onları yedik.Konya'da öncelikli olarak görülecek yer elbette mevlana idi. Biz de  öncelikle oraya gittik. İçine girdik ama yasak olduğu için fotoğraf çekemedim. Ama dışardan fotoğraf çekimine izin veriliyor. Dışardaki müze kısmının da fotoğraflarını çekebiliyorsunuz.
     Önce size mevlana hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.
Bugün Mevlana Dergahı olarak kullanılan yer Selçuklu Sarayı'nın gül bahçesi iken Sultan Alaeddin Keykubat tarafından Mevlana'nın babasına hediye edilmiş.Babası ölünce türbedeki bugünkü yerine gömülmüş.Bu defin gül bahçesine yapılan ilk defindir.Daha sonra kendisini sevenler Mevlana'ya müracaat ederek üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de mevlana kabul etmemiş.Ancak kendisi 17 Aralık 1273'de ölünce oğlu Sultan Veled söyleyenlerin isteğini kırmayarak bir türbe yaptırmış.''Kubbe-i Hadra= Yeşil Türbe''
     Mevlevi Dergahı ve Türbe 1926 yılında ''Konya Asar-i Atika Müzesi'' adı altında  müze olarak hizmete başlamış, 1954 yılında ise müze yeniden tanzim edilerek Mevlana Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış.
Bahçedeki müzenin birçok odadan oluşan bölümleri var. Burada çeşitli eserler sergilenmekte.
























































Konya'ya kadar gitmişken meşhur yemeklerini ve tatlısını yemeden olmazdı tabiki. Biz de zaten karnımız iyice acıkmış olduğu için oturduk bir lokantaya bu fotoğraflarını gördüğünüz meşhur Fırın kebap, Etli ekmek ve Sacarası tatlısını yiyerek gezmeye devam ettik.

Bundan sonraki yazım Konya Alaeddin Camisi hakkında olacak. Takip etmeye devam edin derim:)))