Bumerang

20 Ocak 2012 Cuma

Antandros Antik Kenti ---Balıkesir

    Geçen yaz Altınoluk'a festival için gittiğimizde Beriye Başak hanımın düzenlediği şehir turuna katıldık.Arabamızda rehberliğimizi yapıp bize gezdiğimiz yerler hakkında güzel bilgiler veren Sayın Haşmet Demirbil bey de vardı. Çok güzel yerlere gittik,gezdik.Memleketimizde ne kadar güzel değerlerin olduğunu bir kez daha gördüm. Herkesi buralara davet ediyor,bu güzellikleri kendi gözleriyle de görüp hayran olmalarını diliyorum.
     Arabayla (kırkyama grubu) giderek gezdiğimiz yerlerden birisi de Antandros Antik Kenti'ydi. Kazılar henüz çok az olmasına rağmen  yeni bir Efes olduğu söyleniyor.Kazı alanındaki görevli bize bu yer hakkında çeşitli bilgiler verdi,ben de burada bu bilgileri paylaşmak istiyorum.İlk önce söylemek istediğim kazı yerinin girişinde bulunan yaklaşık 800 yıllık olan zeytin ağacı.Gerçekten çok ihtişamlı bir ağaç.


     Antandros , Balıkesir il sınırları içinde Altınoluk-Edremit arasında bulunuyor.Kaz (İda) dağlarının güney eteklerinde kurulmuş.Bu kentin kuruluşu hakkında  çok farklı bilgiler olmasına rağmen birleşilen nokta bu kentin ünlü tersanelere sahip olduğu.Hatta, Virgilius'un ''Aeneas'' adlı eserinden şehrin, İda Dağı'ndan elde edilen kerestelerin ihraç edildiği limanları ile tersanelerinin ününün Troia Savaşı'na kadar geriye gittiğini öğreniyoruz.Burasının önemi özellikle M.Ö. 5.yy.sonlarında Ege Denizi'nde gerçekleşen Peloponnesos savaşlarında ön plana çıkmış.Gemilerini kaybeden donanmalar yeni gemi yaptırmak için Antandros'a gelmiş, bu nedenle Antandros sürekli el değiştirmiş. Bazen Atina yanlısı iken bazen de tüm Anadolu'yu elinde bulunduran Persler'e geçmiş.
     Yine burada Antandros'un,İda Dağı'nın en önemli mitoslarından olan dünyanın ilk güzellik yarışmasının yapıldığını öğreniyoruz.
     Persler'in, Büyük İskender tarafından Anadolu'dan sürülmesi sonucunda Antandros,M.Ö.4. yüzyılın 2. yarısında özgür bir şehir olarak sikke basmış. Hellenistik dönemde Pergamon krallığı toprakları içindeki Antandros,daha sonra tüm Anadolu gibi Roma  egemenliğine girmiş,Hristiyanlık döneminde bir Piskoposluk merkezine dönüşmüş.
      Burada sahil şeridinin imara açılmasından sonra (1985) yapılan kazılarda  mezarlar ortaya çıkınca  müze kurtarma çalışmaları başlamış, ve yapılan kazılarda çok sayıda mezar bulunmuş.Farklı mezar tipleri içinde pişmiş toprak lahit mezar,taş lahit mezar,çatı kiremiti mezar,pithos mezar,yakarak gömü gibi mezarlar bulunmaktadır.
     
     Burada kazı yapılan diğer bir alan da Yamaç Ev olarak isimlendirilen Roma dönemi villasının bulunduğu alan.Bugüne kadar yapılan kazı çalışmalarında 19 mekan ortaya çıkarılmış.Bu mekanlardan en önemli olan altısı,32.90 m. uzunluğundaki portikoya açılmakta.Bunun yanısıra eve ait olan tuvalet ve hamam da ortaya çıkarılmış.








                                                      Hamam kalıntısı)


      Yamaçtaki eğimden dolayı teraslar üzerine oturan villanın yan yana sıralanmış altı odasından ikisi ve portikosu oldukça iyi korunmuş mozaik döşemeye sahipken bir odasının tabanının ve duvarlarının da mermer döşemeyle kaplandığı görülüyor.Mozaik tabana sahip odalardan birisinin duvarları da duvar resimleriyle süslenmiş.




    
                                                 (Yerler mozaik,duvarlarda resimler var)


     Yapılan çalışmalar bu villanın M.S. 4. yy. da yapıldığını gösteriyor.M.S. 6-7. yüzyıla kadar da bazı tadilatlarla birlikte kullanıldığını ortaya koymakta. Örülerek kapatılan kapılar ve derme çatma duvarlarla elde edilen yeni mekanlar, konutun son dönemlerinde refah düzeyinin düşmesiyle birlikte, bu büyük konutu birkaç ailenin birlikte kullandığını ortaya koymakta. Mekanlar içerisinde in-situ buluntunun ele geçmemesi, hatta bazı mermer levhaların ve döşemelerin yerinden sökülerek götürülmüş olması, şehrin ani bir sonlanma ile değil, olasılıkla Arap Akınlarından dolayı yavaş bir terk edilişe sahne olduğunu düşündürmekte. Villaya ait ana kanalizasyon hattının boyutları, bu Roma villasının burada tek başına olmadığını, zenginlerin oturduğu mahallenin bir parçasını oluşturduğunu belirleyen en önemli ipucunu oluşturmakta.
     


Şimdiye kadar anlattıklarım bizim gezdiğimiz yerler.Daha yapılan başka kazı yerleri de var. Buralara yolunuz düşer de gelirseniz görmenizi tavsiye ederim.


 

14 Ocak 2012 Cumartesi

Antakya-Habib-i Neccar Camisi


         Nisan - 2011 tarihinde oğlumun yemin töreni nedeniyle Hatay'a gittik. Buraları hiç görmediğimiz için biraz da gezelim istedik.Antakya harika bir yer.Doğal ve tarihi güzellikler iç içe geçmiş.Harbiye denilen yerde kaldık.Burası yemyeşil ve şelalelerin bolca bulunduğu bir yer. İnsan bakmaya doyamıyor. Minübüse bindiğimiz zaman  içindeki insanlar genellikle Arapça konuşuyorlar. Bizim yabancı olduğumuzu anladılar ve sorularımıza Türkçe cevaplar verdiler. İnsanları çok sıcak .Herkes size yardımcı oluyor.Hem arabadaki,hem de kaldığımız otelin sahiplerine nereleri gezebileceğimiz konusunda sorular sorduk.Buna göre de gezmeye çalıştık.Antakya'nın ortasından Asi nehri geçiyor. 
       
       Burada Arkeoloji ve Mozaik Müzesini gezdik.Harbiye merkezden biraz uzak.Giderken Antakya'nın eski yapılarının arasından geçtik.Çok güzel yerlerdi.Binalardaki işlemeler hemen dikkatimi çekti.Buradaki Saint Pierre kilisesini gezdik.Burayı da daha sonra anlatacağım. Antakya bütün dinlerin bir arada yaşadığı bir medeniyet şehri.İnsanlar arasında   din,dil,ırk ayrımı yok.Anlattıklarına göre herkes birbirinin bayramlarını kutluyorlarmış.İnsanlar arasında bu kadar güzel bir ilişki varken zorla ortalığı karıştırmak isteyenlere duyurulur.
       Şehrin içinde bize söylediklerine göre Habib-i Neccar Camisi'nin önüne gelince minibüsten indik ve içeriye girdik.
       Camii,Hz.İsa'nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalı'nın adını taşımakta.Caminin kuzeydoğu köşesinde 4 m. derinlikte (merdivenlerle iniliyor) Habib Neccar türbesi var.
Bugünkü cami 19.yy. Osmanlı dönemi eseridir.
       
       Cami, özellikle şehri ziyarete gelen Hıristiyanların uğrak mekânlarından biri olmuş. Hıristiyanlar için önemli, çünkü bir Müslüman ibadethanesinin avlusunda Hz. İsa'nın havarileri Yahya, Yunus ve Şem'un-ı Sefa'ya (bu isimler yabancı kaynaklarda sırasıyla Yuhanna, Pavlos ve Petrus olarak geçiyor) ait olduğu rivayet edilen kabirler var. Müslümanlar için önemi ise bu mekanın Anadolu'da yapılan ilk cami olması ve Habib-i Neccar'ın hikayesinin Yasin sûresinde anlatılması. Hatta tarihî kaynaklarda İslamiyet'in Anadolu topraklarına buradan yayıldığı anlatılıyor. İsa Peygamber döneminde yaşamış bir Allah dostunun adını taşıması da Habib-i Neccar Camii'ne farklı bir özellik kazandırıyor.
       Kaynaklarda belirtildiğine göre Habib-i Neccar, marangozlukla uğraşan kendi halinde sıradan bir Antakyalı (Neccar Arapçada marangoz demek). Hazreti İsa'ının elçileri Yahya ve Yunus şehre gelmeden önce kazancının yarısını fakir fukaraya veren, diğer yarısını çocuk çocuğuna harcayan, Allah'ın has kullarından biri. Yasin sûresinin 20. ayetinde "... o sırada şehrin öbür ucundan bir adama koşarak geldi..." diye bahsedilen kişinin Habib-i Neccar olduğu ve Yasin'in 13-32 ayetleri arasında anlatılan sonu kanla biten olayın Habib, Yahya, Yunus ve Şem'un-ı Sefa arasında geçtiğine inanılıyor. 'İnanılıyor' diyoruz, çünkü Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili adlı meşhur tefsiri ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nca yayımlanan Kur'an Yolu adlı tefsir, bu konuda ihtiyatlı bir dil kullanarak birbirinden farklı yorumlarda bulunuyor. Habibi-i Neccar'ın ve camiinin Antakya'da anlatılan hikâyesi ise şöyle:
       
       Habib-i Neccar Camii, ismini, caminin avlusunda kabri bulunan bir zattan alıyor. İsa Peygamber döneminde gönderilen elçilere iman eden ve inancından dolayı şehit edilen Habib-i Neccar, cüzam hastası bir oğlu olduğu için şehrin doğusundaki dağda bir mağarada ikamet etmektedir. Hazreti İsa'nın gönderdiği elçiler, Yahya ile Yunus şehre dağ tarafından girer ve ilk olarak Habib-i Neccar ile karşılaşırlar. Habib-i Neccar, yabancılara kim olduklarını sorar. 'İsa Peygamber'in havarileriyiz' cevabını alınca onlardan bir delil ister. Onlar da 'Biz hastalara şifa veririz.' derler. Marangoz Habib, havarileri oğlunun yanına götürür. Elçiler, Allah'a dua eder, sırtını sıvazlarlar ve çocuk, Allah'ın izni, elçilerin eliyle şifa bulup ayağa kalkar. Bu olay karşısında Habib-i Neccar, havarilere tereddütsüz iman eder.
Tek bir Yaratan olduğunu anlatmak için şehre inen elçilerin sözüne kimse itibar etmez. Ancak çeşitli hastalıklara şifa verdikleri şehirde de duyulur ve halk etraflarında toplanmaya başlar. Bunu duyan şehrin kralı elçileri sorgusuz sualsiz zindana attırır.
Hz. İsa, havarilerinden uzun süre haber gelmeyince üçüncü elçi Şem'un-ı Sefa'yı Antakya'ya gönderir. Şem'un-ı Sefa, ilk iki elçi gibi kimliğini açığa vermez, saraya kadar girmeyi başarır. Kralın güvenini kazanınca önceki elçilerden bahseder. "Kralım bu yabancılar çeşitli hastalıklara şifa verdiklerini iddia ediyorlar. Bunları bir imtihan edelim." der. Kral da onu kırmaz, zindandaki elçileri huzuruna getirtir. Şem'un-ı Sefa, arkadaşlarına sorar: 'Siz kimsiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz?' Onlar da İsa Peygamber'in elçisi olduklarını söylerler. 'Madem sizi bir peygamber gönderdi, elinizde bir delil olması lazım.' der. Onlar da amaların gözlerini açabildiklerini, ölüleri dirilttiklerini söylerler. Yeni ölmüş bir ceset önlerine getirilir. Yahya ve Yunus açıktan, Şem'un-ı Sefa içinden dua eder ve ölü dirilir. "Ey Antakya halkı eğer siz de öldükten sonra benim gördüklerimi görmek istemiyorsanız, çok zor durumdayken beni kurtaran bu üç kişiye tabi olun." diye halkı uyaran kişi, eliyle üç elçiyi işaret edince Şem'un-ı Sefa'nın da kimliği açığa çıkar.
Kral hayretle sorar: 'Şem'un sen de mi bunlardansın?' Çok zeki olan üçüncü elçi, soruya soruyla cevap verir: "Kralım bu yabancılar çok olağanüstü bir hal gösterdiler, sen de taptığın putlarına söyle, daha üstün hünerler göstersinler. Yoksa bunlar seni halkın önünde mağlup ediyorlar." Kral köşeye sıkışınca itiraf eder: "Şem'un senden gizlim saklım yok. Bizim taptığımız putların böyle güçleri yok. Yemez, içmez, konuşmazlar." Bunun üzerine Şem'un kralı ikna eder ve kralın iman ettiği rivayet edilir. Ancak inancını halka açıklamaz. Halk da iman etmemekte direnir. Büyü yapıldığını söyleyip elçileri linç etmeye kalkarlar. Bu sırada Habib-i Neccar koşarak şehre gelir ve "Ey kavmim, bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere tabi olun, onlar doğru yoldadırlar" der. (Yasin Sûresi'nin 20-22 ayetlerinde geçen bu sözleri Habip Neccar'ın söylediğine inanılıyor.) Ama halk hem havarileri hem de Habib-i Neccar'ı taşlayarak şehit eder.
Antakya halkı, marangoz Neccar'ın yaşadığı mağarada başının koparıldığına ve kopan başın tepeden yuvarlanarak türbenin olduğu yere geldiğine inanıyor. Habib-i Neccar Camii'nin müezzini Ahmet Yaylacı ise bunun doğru olmadığını, bütün bedeninin cami avlusundaki türbede olduğunu söylüyor.
Habib-i Neccar'a öldükten sonra cennetteki makamı gösterilir. Bunun üzerine "Keşke Rabb'imin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini kavmim bilseydi." der. (Yasin 26-27) Bu olaydan sonra Antakya halkı helak olur. Yasin'in 28-30. ayetlerindeki 'Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de. Cezaları korkunç bir sesten ibaretti; sönüp gidiverdiler..." ifadesinin bu felaketi anlattığı rivayet ediliyor.
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Antakya'da yeni bir yerleşim yeri kurulur ve Hz. Ömer'in hilafeti döneminde 636 yılında İslam ordusu şehri fetheder. Mezarların yeri tespit edilir, onların ve fethin anısına cami ve türbeler yapılır. Habib-i Neccar Camii, Türkiye sınırları içerisinde ilk yapılan cami olarak biliniyor. 969'a kadar cami olarak kullanılan bina şehir Hıristiyanlar eline geçince kiliseye çevrilir. Süleyman Şah döneminde 1084 yılında şehri tekrar Müslümanlar ve bina yeniden cami olur. 1096 Haçlı Seferleri'nde yine kilise olur, en son 1268'de Memluk sultanı kiliseyi camiye çevirir ve o tarihten bugüne kadar cami olarak kalır. Ancak Hatay birinci derece deprem bölgesi olduğundan 1853'teki büyük depremde öndeki yapı tamamen yıkılmış. Şu andaki haliyle 1857 yılında inşa edilmiş. İsa Peygamber'in havarilerinin burada olması, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilmesi, Anadolu'da ilk yapılan cami olması nedeniyle Habib-i Neccar Camii, Antakya'da hoşgörünün sembollerinden biri olarak kabul ediliyor.